Sonsuzluğu İlk Günü, İklil Satılmış
- Derinden Dergi
- 10 Oca 2022
- 2 dakikada okunur

Harun Candan tarafından kaleme alınan “Sonsuzluğun İlk Günü” adlı roman, tarihsel ve masalsı öğelerin sentezlendiği, aynı zamanda bilim-kurgu unsurları da barındıran alışılmadık bir anlatıya sahip. Yazar, bu tarihi macerayı, M.Ö. 536 yılında başlatıp 2099’daki kıyamet senar-yosuyla tamamlıyor. Beş farklı zaman diliminde ve beş farklı bölgede geçen romana, anlatılardan ayrılmayan bir madalyon eşlik ediyor. Madalyon değişmiyor ancak taşıdığı mesaj değişiyor her bir hikâyede. Yazarın kullandığı dil oldukça sade, kurgu ise bu yalınlığın aksine yoğun ve komplike. Kelimeler, romandaki değişen zamana uyum sağlamış ve okuru herhangi bir yabancılık çektirmeden anlatının içine çekmiş. Kitap, zamanda yolculuk ediyormuş gibi hissettiriyor. Okur, M.Ö. 536 yılında Lidya’da atıyla gezerek, 1600’lerde Akdeniz’de gemilerle seyahat ederek, 1900’lerde Hindistan’da ise uçan halı ile devam ediyor bu yolculuğa. Günümüze yaklaştıkça araçlar da güncelleniyor, sonunda uzay mekiği ile seyahat ediyor. Kıyamet olarak nitelenen “Son” dan sonra ise yolculuğa yalın ayak devam ediyor. Romandaki kahramanların hikayeleri genel olarak yarım bırakılmış. Aşıklar kavuşamamış, acılar dinmemiş, krallıklar yıkılmış, yolculuklar tamamlanmamış. Yani deyim yerindeyse “sona ulaşmamış sonsuz hikayeler”. Kitabın sonunda da bu müphemlik devam ediyor. Yazar, hayal gücünün zenginliklerini yansıttığı romanında okurdan da aynı çabayı beklediğini hissettiriyor. M.Ö 536’da Lidya Kralı Kroisos’un mutlu olduğu yanılsamasındaki hayatına eşlik ederek başlıyoruz ilk bölüme. Kral, mutluluğunu ispat etmeye kalkışmış meşhur bilgeye. O ise beyhude çabayı hakir görmüş ve “Bir kimse ölmeden evvel onun mutlu olduğu anlaşılmaz.” demiş ismine yakışır bir bilgelikle. İşte böylece kralın hüznü ve madalyonun tezahürü ile başlıyor hikâye. “Bugün dünyanın son günü” mesajını veriyor madalyon. Kral, sonluluğu idrak edip sımsıkı sarılarak devam ediyor hayatına. Ancak sıkı sarılmak yetmiyor sonu olan hiçbir şeye. Her fani gibi son buluyor krallık nihayetinde. Bir şeyin sonluluğu ona sahip olamayacağımız korkusunu salıveriyor kalplerimize, bu korku ile yapışıyoruz o şeylere. Esaret burada başlıyor işte. Tutkuların karakterleri esir aldığı Akdeniz’de geçiyor ikinci hikâye. Karakterlerin bazısı bilgiye, bazısı kadına, bazısı ise kazanmaya tutkulu. Madalyon mesaj değiştiriyor bu dönemde: “Tutkularının esiri olma” diye. Gelelim 1915’te Hindistan Kalküta’da aşkını itiraf etmek için bin bir gün bekleyen Yaver Robert ve Gelibolu’da “dede” makamına erişmek için bin bir günlük çilehane yolculuğuna başlayan Muharrem’in “son-suz” hikayesine. Gelibolu’daki bu sabırlı derviş ve aşkını itiraf için bekleyen gururlu aşığın kesiştikleri şey ise bin birinci gün; ikisi de erişemiyorlar bin birinci gündeki bir’e. Yaver Robert, efendisi tarafından gönderiliyor denizaşırı ülkeye. Muharrem ise şeyhi tarafından uğurlanıyor cepheye. Hikâye, Binbir Gece Masallarından unsurlar içeriyor. Dili de masalsı bir şekilde işleniyor. Kitapta en sevdiğim bölüm bu kısımdı. “Şakayık ve Bülbül” efsanesine yalnızca okuyuculara özel kalsın diye değinmeyeceğim. Bir kahraman askere ulaşan madalyon, mesajını muhatabına uygun olarak değiştiriyor. “Onur ve Cesaret Hayatın anlamı” oluyor artık madalyondaki ifade. Ancak kahraman uygun değildi ilk ibareye. Onursuz olduğunu düşünen kahraman, cesaret ediyor kendini öldürmeye. 2099 gelip dünya son nefesini verdiğinde ise madalyon Uzay araçları ile uzaklaşıyor yeni bir evrene ve bilinmezliğe. Mesajı da değişiyor elbette “Yeni hayatımın ilk günü”. İşte yine başa dönüyor her şey; Eva elmasını ısırıyor ve adım atıyor dünyaya. Adam ise yalın ayak Eva’sını aramakta...
Derinden 2021/kış sayısı, s. 15.
Comments